aVaRMuRaT Suskunluğumuz korkumuzdan değil asaletimizdendir.
 
ORTATEPE KÖYÜ ve DAGISTAN KÜLTÜRÜ HAKKINDA KISACA
Sözler bazen bir hazine bazen dermansız bir dert tipi  
  Ana Sayfa
  İmam Şamil in Ataları
  imam Gazi Muhammed
  İmam Hamzat Beg
  İMAM ŞAMİL
  Hacı Murat
  Muhammed Emin Paşa
  Şeyh Cemalettin Gazi Kumuki
  Ömer Ziyauddin i Dagıstani
  KAFKASYA
  AVARCA HAKKINDA
  AVARCA DİLBİLGİSİ
  RESİM GALERİSİ (avar)
  DAGISTAN
  MAHAÇKALE
  ŞEYH ŞAMİL'İN KÖYÜNDE
  Türkiyede ki Dagıstan Köyleri
  ORTATEPE KÖYÜ
  ORTATEPE GENÇLERİ
  Yemeklerimiz
  ÇEÇENİSTAN
  Reklamlar
  BİRAZDA GÜLELİM
  Dost Siteler
  özlü sözler 1
  Resimli Şiirler
  Hayatı Güzelleştirme Kuralları
  => unutulmaya yüz tutmuş sünnetler
  => Muhabbetin Zirveleri
  => ilim hakkında
  => Çocuklar Hakkında
  => Son Nefes
  => Ümmete Dua
  => Kıyamet Yaklaşıyor
  Telefon mesajları - Dostluk
  Hangi gün doğdunuzu hesaplayın
  Çeçenistan Vidyoları
  Komik Vidyolar
  Kafkas Vidyoları
  Avarca Şiir Videoları
  AVARCA KLİPLER
  AVARCA ÇİZGİ FİLMLER
  AVARCA TİYATRO
  TATLI VE DÜĞÜN VİDYOLARI
  BAYRAM VİDYOLARI
  ömer ünsal videolar
  KÖYDEN KARIŞIK VİDYOLAR
  RESİMLİ ORTATEPE KÖYÜ VİDEOLARI
  DİNİ KONULAR
  Anketler
  KPSS ANAYASA
  Kadınlar
  Erkekler
  Çocuk Eğitimi Üzerine
  Eğitim Sisteminin Çarkına Düşmeden
  Hayatın Farkına Varanlar
  Yılları Heba Etmeden
  TM'DEN TMT'YE MÜCAHİT RAUF DENKTAŞ
  Canım Annem
  Mülakat Soruları
  SİZLERDEN GELENLER
  ŞİİRLER
  ARICILIK KURSU SORULARI
  Ziyaretçi defteri
aVaRMuRaT
Muhabbetin Zirveleri

Muhabbetin Zirveleri:

Kureyş müşrikleri Bedir’de müslümanların karşısında yer almadan önce Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, elindeki ok ile mücahidleri; “Beri gel, geri git!” gibi tâlimatlarla hizâya getirdikten sonra, saydırdı. Bu esnâda saftan ileri çıkmış bulunan Sevâd bin Gaziyye’nin karnına dokunup:

“–Ey Sevâd! Hizâya gel!” buyurdu. Sevâd ise:

“–Yâ Rasûlallâh, canımı acıttın! Allâh Sen’i hak ile gönderdi. Kısas isterim!” dedi. Peygamber Efendimiz gömleğini açtı ve:

“–Kısas yap” buyurdu. Ensâr:

“–Ey Sevâd! O Allâh’ın Rasûlü’dür!” dediler. Sevâd:

“–Adâlette hiçbir beşerin diğerine karşı üstünlüğü yoktur!” dedi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Haydi, kısas yap!” buyurdu.

Sevâd, Varlık Nûru’nun mübarek bedenini öptü.

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Sevâd! Niçin böyle yaptın?” diye sordu. Sevâd:

“–Görüyorsunuz ki savaşa hazırlanmış bulunuyoruz! İstedim ki, benim en son ânım, Sana dokunduğum ân olsun!” dedi. Bunun üzerine Âlemlerin Efendisi ona hayır duâda bulundu. (İbn-i Hişâm, II, 266-267; Vâkıdî, I, 57; İbn-i Sa’d, III, 516)

{

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vefâtlarından önce mü’minlere son defâ hitâb ediyor ve onlara âdeta vasiyet mâhiyetindeki son hatırlatmalarını yapıyordu. Bir ara sözü kul hakkına getirerek:

“–Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvây olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafif kalır.” buyurdu.(İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)

Allâh Rasûlü’nün bu sözü üzerine insanlardan bir kısmı önceden yapmış oldukları bazı haksızlık ve hatâları îtirâf ederek Efendimiz’den duâ ve istiğfâr talebinde bulunmaya başladılar. Bir müddet sonra bir kimse ayağa kalkıp:

“–Vallâhi yâ Rasûlallâh, ben de çok yalancıyım, hem de münâfığım. Benim işlemediğim hiçbir kötülük yoktur.” dedi. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ona:

“–Be adam, kendini rezil rüsvây ettin” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Ömer! Dünya rüsvâlığı ahiret rüsvâlığından çok hafiftir!” buyurdu. (Taberî, Târih, III, 190)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâbına varılmaz bir fazîlet örneği sergileyerek ve ümmetine ulvî bir misâl olarak onlara şöyle buyurdu:

“Nihâyet ben de bir insanım! Aranızdan bâzı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir. Kimin malından sehven (bilmeyerek) bir şey almışsam, işte malım gelsin alsın! İyi biliniz ki, benim katımda en sevimli olanınız, varsa hakkını benden alan veya hakkını bana helâl eden kişidir. Zîrâ Rabbime, ancak bu sâyede helâlleşmiş olarak ve gönül rahatlığı ile kavuşmam mümkün olacaktır.

Hiç kimse «Rasûlullâh’ın kin ve düşmanlık beslemesinden korkarım!» diyemez. İyi biliniz ki, kin ve düşmanlık beslemek asla benim huyum değildir. Ben aranızda durup bu sözümü tekrarlamaktan kendimi müstağni görmüyorum.” buyurdu.

Öğle namazını kıldıktan sonra dönüp minbere oturdu ve önceki sözlerini tekrar etti. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:

“–Bir kişi Siz’den istekte bulununca, ona üç dirhem vermemi emretmiştiniz, ben de vermiştim.” dedi. Peygamber Efendimiz:

Doğru söylüyorsundur! Ey Fadl bin Abbas, buna üç dirhem ver!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, II, 255; Taberî, Târîh, III, 189-191; Halebî, 463-464)

Sonra şöyle devam etti:

“Allâh’ım! Ben ancak bir insanım. Müslümanlardan kime ağır bir söz söylemiş veya bir kamçı vurmuşsam, sen bunu onun hakkında temizliğe, ecre ve rahmete vesile kıl!” (Ahmed, III, 400)

{

Rasûlullah (s.a.v), vefâtından önceki günlerde Bilâl’e, “Haydi namaza” diye nidâ etmesini emretti. Muhâcirler ve Ensâr Rasûlullah’ın mescidine toplandılar. Efendimiz onlara namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı. Allah’a hamdedip senâda bulundu. Bir hutbe îrâd etti ki onun tesiriyle kalpler ürperdi ve gözler yaş döktü. Sonra:

“–Size nasıl peygamberlik yaptım?” diye sordu. Ashâb-ı kirâm:

“–Allah seni peygamberliğin sebebiyle hayırla mükâfatlandırsın. Bize merhametli bir baba, nasihat eden samîmî ve müşfik bir kardeş oldun. Allah’ın risâletini hakkıyla edâ ettin, O’nun vahyini bize tebliğ ettin, Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet ettin. Bu sebeple Allah seni en güzel şekilde mükâfatlandırsın” dediler.

Rasûlullah (s.a.v) onlara:

“–Müslümanlar, Allah adına yemin ediyorum, üzerinizdeki hakkım için söylüyorum, kimin daha önce bana bir hakkı geçmişse, gelip hakkını alsın, kıyâmette kısas yapılmadan evvel burada bana kısas yapsın” buyurdu.

Müslümanlar arasından Ukkâşe isminde yaşlı bir zât kalktı, safları yararak geldi ve Rasûlullah (s.a.v)’in önünde durdu. Sonra da şöyle dedi:

“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Allah adına yemin üstüne yemin etmeseydin bu konuyu hiç açmayacaktım. Sizinle birlikte gazveye çıkmıştık. Allah bize fethi müyesser kılıp Peygamberine yardım ettikten sonra dönüyorduk. Devem sizin devenizin yanına geldi. Ben deveden indim ve dizinizi öpmek üzere size yaklaştım. O esnâda siz de değneğinizi kaldırdınız. Değnek benim böğrüme (yan tarafıma) isabet etti. Bilmiyorum, kasten mi vurdunuz, yoksa deveye vurmak isterken bana mı geldi?”

Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah Rasûlü’nün sana kasten vurmasını nasıl düşünebilirsin, bundan Allah’ın celâline sığınırız. Ey Bilâl, Fâtıma’nın evine git, uzun değneği getir!” buyurdu.

Bilâl mescidden çıktı, eli başının üzerinde, “Rasûlullah kendisine kısas yaptırıyor” diye nidâ ediyordu. Hz. Fatıma’nın kapısını çaldı ve:

“–Ey Rasûlullah’ın kızı, Efendimiz’in uzun değneğini ver!” dedi. Fâtıma (r.a):

“–Bilâl, babam değneği ne yapacak, ne hac günündeyiz ne de gazveye gidiliyor?!” diye sordu. Hz. Bilâl:

“–Ey Fâtıma, haberin yok mu, baban Rasûlullah (s.a.v) insanlara vedâ ediyor, dünyadan ayrılıyor ve hakkı olanların kendisine kısas yapmalarını istiyor” cevabını verdi. Fatıma (r.a):

“–Rasûlullah (s.a.v)’den kısas almaya kimin gönlü râzı olur ey Bilâl! Öyleyse Hasan ile Hüseyin’e söyle, gitsinler adam onlardan kısas alsın. Evlâtlarım Rasûlullah (s.a.v)’e kısas yapılmasına müsâade etmesinler” dedi.

Bilâl mescide döndü, değneği Peygamber Efendimiz’e verdi. Allah Rasûlü (s.a.v) de değneği Ukkâşe’ye verdi. Ebû Bekir ile Ömer (r.a) bunu görünce hemen kalkıp:

“–Ey Ukkâşe, işte önünde biz varız, bize kısas yap, Rasûlullah’a kısas yapma” dediler. Rasûlullah (s.a.v) onlara:

“–Yürü ey Ebû Bekir, sen de yürü Ömer, Allah sizin kıymetinizi ve makâmınızı biliyor” buyurdu. Hemen Ali bin Ebî Tâlib kalktı:

“–Ey Ukkâşe, ben Rasûlullah’ın önünde hayattayken, ona vurmana gönlüm râzı olmaz. İşte sırtım, işte karnım, gel ellerinle benden kısas al, bana yüz değnek vur, Rasûlullah (s.a.v)’den kısas isteme!” dedi. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) ona da:

“–Otur ey Ali, Allah senin makâmını ve niyetini biliyor” buyurdu. Bu sefer Hz. Hasan ile Hüseyin (r.a) kalktılar ve:

“–Ey Ukkâşe, biliyorsun ki biz Rasûlullah’ın torunlarıyız, bize kısas yapman Rasûlullah’a kısas yapman gibidir” dediler. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v):

“–Oturun, gözümün nûrları! Allah sizi bu makâmdan mahrum etmemiştir.” buyurdu ve:

“–Ukkâşe, haydi vur!” dedi. O da:

“–Yâ Rasûlallâh! Siz bana vurduğunuzda vücûdum açıktı” dedi. Efendimiz gömleğini açtı. Müslümanlar bir feryat kopardılar, hepsi de ağlıyor ve:

“–Acaba Ukkâşe, Rasûlullah’a vuracak mı?” diyorlardı. Ukkâşe Rasûlullah’ın mubarek karnını nûr gibi görünce dayanamadı ve üzerine kapanarak öpmeye başladı. Bir taraftan da:

“–Anam babam sana fedâ olsun, sana kısas yapmaya kimin gönlü râzı olur?!” diyordu. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) ona:

“–Ya vur, ya da affet!” buyurdu. Ukkâşe de:

“–Affettim yâ Rasûlallah, Kıyâmet günü Allah’ın beni affetmesini ümid ederek…” dedi. Efendimiz (s.a.v):

“–Cennetteki arkadaşımı görmek isteyen bu yaşlı zâta baksın!” buyurdu.

Müslümanlar kalktılar ve Ukkâşe’nin iki gözünün ortasından öpmeye başladılar. “Ne mutlu sana, ne mutlu sana, ulvî derecelere nâil oldun, Peygamber Efendimiz’in arkadaşlığını elde ettin” diyorlardı. Allah Rasûlü (s.a.v) o gün hastalandı… (Heysemî, IX, 27-28) (Senedinde Abdü’l-Mün‘ım bin İdris vardır. Bu zât yalancılıkla ve hadis uydurmakla itham edilmiştir.)

{

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) ganimet taksim ederken bir adam gelip üzeri­ne abandı. Rasûlullah (s.a.v), yanındaki hurma dalıyla adama dokundu. Adamın yüzü hafifçe yaralandı.

Rasûlullah (s.a.v) ona:

“–Gel, kısas yap” buyurdu. Adam:

“–Hayır, affettim yâ Rasûlallah!” dedi. (Ebû Dâvûd, Diyât, 14/4536)

{

Üseyd bin Hudayr (r.a), Ensar’dan bir zât idi. Bir topluluk içinde konuşuyordu. Şakacı bir kişiydi. Onları güldürürken Peygamber (s.a.v) bir çubukla sadrına hafifçe dokundu. Bunun üzerine Üseyd:

“–Ey Allah’ın Rasulü, kısas istiyorum!” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v) de:

“–Haydi öyleyse kısas yap!” buyurdu. Bu sefer Üseyd (r.a):

“–Fakat senin üzerinde gömlek var, be­nim üzerimde gömlek yoktu” dedi.

Peygamber Efendimiz gömleğini kaldırdı. Bunun üzerine Üseyd (r.a) hemen Allah Rasûlü’nü bağrına basıp böğründen öpmeye başladı ve:

“–Yâ Rasûlallah, ben bunu istemiştim” dedi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 148-149/5224)

Dost Siteler  
 

SİTEYİ NASIL BULDUNUZ
SÜPER 51,18%
EH İŞTE 6,73%
GÜZEL 13,47%
İDARE EDER 7,41%
İYİ DEĞİL 21,21%
297 toplam oy:


 
ORTATEPE KÖYÜ TARİHİ  
  600 yıllık Osmanlı imparatorluğunun ileri uç kalesi olan Kafkasya’nın Dağıstan bölgesinde yaşayan atalarımız İmparatorluğun zaafiyete uğramasıyla 19.yüzyılda amansız bir Rus istilasına maruz kalmışlardır.Her türlü imkansızlığa rağmen,sayı ve silah bakımından kuvvetli olan Rus ordularına karşı din,namus,vatan ve haysiyetleri uğruna cihat ilan eden Şeyh Şamil önderliğinde 36 yıl gibi uzun bir süre kahramanca savaşan atalarımız,Osmanlı İmparatorluğundan beklenilen yardım kendilerine zamanında ulaşmaması nedeniyle gelişen olumsuz şartlar nedeniyle istemeyerek mücadeleyi bırakmak zorunda kalmışlardır. Ancak Rus esaretinde yaşamaktansa kutsal topraklar addettikleri Osmanlı İmparatorluğuna göç etmeyi tercih eden atalarımız 1859 yılından itibaren akın,akın göç etmeye başlamış ve yazın Kahramanmaraş ili Göksun ilçesinin 5 Km kuzeyinde yer alan Deve Mağarasında konaklamışlar , kışın ise Andırın üzerinden Adana Çukurova Ovası göç etmişler ve şekilde 5 yıl göçebe hayatı yaşamışlarıdır.

Kafkasya’da yüksek dağların eteğinde bulunan yaylalarda yaşamaya alışmış olan bu insanlar ; aşırı sıcak ve sivrisineği ile ün salmış Çukurovasında yaşamaktansa anavatanlarındaki yaşam tarzlarına uygun olan Göksun ovalarında yaşayıp yerleşmeyi tercih etmişlerdir .O zamanlardaki isimleriyle Tetir, Kırcainek ve Hevlekli dağlarının ortasında yer alan tepenin eteklerinden arazi satın almışlar ve1862 yılında yerleşik hayata geçmek amacıyla ilk evin temelinin atmışlardır.Yerleşim yeri olarak seçilen tepenin yukarıda bahsedilen dağların arasında yer almasından dolayı Ortatepe denilmesi nedeniyle aynı isim köyede verilmiştir.Kuralan köyün ismi o tarihten itibaren Ortatepe olmuştur.Müslüman müslümanın kardeşidir pirensibiyle atalarımıza kucak açan Anadolu insanlarının yardım ve destekleriyle bu toprakları yurt edinmişlerdir.Ortatepe köyü işte bu yiğit insanların kurduğu ve halen torunlarının yerleşik halde yaşadığı şirin bir köydür.
 
ORTATEPE KÖYÜ ANA DİLİ  
  Ortatepe Köylülerinin ana dili şu anda Dağıstan’da konuşulmakta olan Avar Dili’dir.Anadillerinde kendilerini Maarulav (Dağlı) olarak adlandıran Ortatepeliler Kafkasyanın yerli halklarından olan Avarlardandır.Köyde sürekli ikamet edenlerin tamamı Avar kökenlidir. Değişik amaçla köye gelenlerin geçici meskenlerde yaşadıkları ve işlerinin bitiminde köyden ayrıldıkları görülür.Köyde hala anadil olan Avarca konuşulmakta olup, yeni nesilde azalan oranda anadillerini kullanma eğilimi görülmektedir.Bu şekilde devam etmesi halinde yakın tarihte Avarca’nın unutulması kaçınılmaz görülmektedir. İLK KÖYÜ KURANLAR Köyü ilk kuranlar 16 kişi idiler.bunların bilinen önde gelenleri ise1859 yılında başlayan göçle birlikte Göksun ovasına gelen Abdulkerim, Davut, Ali, Hacımehmet, Ramazan, İsmail, Mehmet ve Şamsu aileleridir.Bir kaç ailede 93 harbinden sonra gelmişlerdir.  
ORTATEPE KÖYÜ EKONOMİK DURUMU  
  1980 yılına kadar tarım ve hayvancılıkta önemli bir yere sahip olan Ortatepe Köyü ,son zamanlarda gençlerin eğitim ve kendi işlerini kurmak amacıyla köyden ayrılmaları ve bir daha geri dönmemeleri nedeniyle köyde tarım hayvancılık eski cazibesini kaybetmiştir.Ancak köyde yerleşik olarak hayatlarını sürdürenler küçük çaplı olsa da tarla bitkileri ve hayvancılık üzerine çalışmalarını sürdürmektedirler.Köyün ekonomik olarak gelişmesi için alışılagelmiş tarla bitkileri ekimi yerine meyvacılık ve sebzeciliğe yönelmesi ve klasik hayvancılık yerine modern besi ve mandracılığa meyil etmesi arzu edilmekte bu alanda çalışmalar sürdürülmektedir.Bunun yanı sıra tarım ve hayvancılığa dayalı sanayi yatırımlarının yapılması için araştırma ve fizibilite çalışamları yapılmaktadır.  
ORTATEPE KÖYÜNDE ALT YAPI  
  Köyde 1980 yılından itibaren elektrik verilmiş bulunmaktadır. Her iki mahalleye 1965 ve 1970 yıllarında ikişer çeşme yapılmış daha sonra bu çeşmelere gelen suyun yetersiz ve sağlıksız olması nedeniyle 1990 yılında tekrar yeni bir su şebekesi yapılmış olup, her evde son derece sağlıklı ve kaliteli içme suyu bulunmaktadır. 1998 yılında ise her eve sabit telefon hizmeti ve 2006 yılından itibaren hızlı internet hizmeti verilmiştir. Ayrıca köyümüzde 1999 yılından itibaren Telsim, 2000 yılından itibaren Avea ve kısmen olsa da 2001 yılından itibaren Turkcell kapsama alanına girmiş bulunmaktadır.Köyü ilçeye bağlayan yol ise 2002 yılında asfaltlanmış bulunmaktadır.
Gerek ilçeye yakın olması ,gerekse uygun coğrafik ve iklim şarlarının yanı sıra bütün kamu hizmetlerinin eksiksiz olarak verilmiş olması nedeniyle Ortatepe Köyü yaşanmaya değer bir safiye yeri olup ,gün geçtikçe emeklilerimizin ilgi odağı haline gelmektedir.Her yıl düzenlenen Geleneksel Bahar Bayramı, köyün birlik beraberliği ile gelişimine katkı sağladığı görülmektedir.
 
Bu dilden firar eden her söz Yaydan çıkmış ok gibi Kelimeler bazen bir hazine Bazen dermansız bir dert tipi Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol